• Artık yalnızca merkezi veya hiyerarşik otoriteler ve güç sahipleri değil, kapasitesi, mahareti ya da meşruiyeti ölçüsünde herkes iş yapma, üretme ve yayma süreçlerine dâhil oluyor.
  • Önce siyasi ve ekonomik güç odakları daha sonra da medya ve akademik dünya kurguyu politika, tiraj ve reyting aracı olarak kullanmayı keşfetti. Şimdi artık devlet politikaları da kurgudan besleniyor.
  • 2019 yılı itibariyle Facebook Türkiye’de en fazla abonesi olan sosyal medya. Nüfusun %45’inin hesabı var.
  • Türkiye’de insanların %52’si “öteki” olarak tanımladıkları birisine komşu olmak istemiyor.

  • Türkiye’nin kendine özgü bir problemi var. Osmanlı’dan beri gelen nahiye, ilçe, vilayet şeklinde bir idari bölünmenin ötesine geçemiyoruz.
  • ABD dâhil tüm batı ülkelerinde toplam servetin yarısının nüfusun %1’inin elinde olduğu hesaplanıyor.
  • Sürekli yeni imtiyazlar üreten bu yeni sistem içinde yoksul kümeler ve ekonomik sınıftan gelenlerin başarı kazanma şansı giderek azalıyor.
  • Ülkenin gençleri eğitimle ve bileğinin hakkıyla başarıya ulaşmaktan umut kestikçe kestirme yollar rağbet görüyor.
  • Avrupa başta olmak üzere tüm dünyada şovenist, ırkçı ve yabancı düşmanı siyasi hareketler yükseliyor. Bu hareketler güçlerini kendilerini yenileyemeyen ulus devletlerin çözemediği problemlerden ve o çözümsüzlükler yüzünden patlak veren küresel ekonomik krizlerden alıyor.
  • Fiziksel olarak metropolde yaşayan ama metropolün ürettiği hayata dâhil olamayan varoşlar öfkeli, umutsuz ve pusulasız kalabalıklara ev sahipliği yapıyor.
  • Çin dış ticaret fazlası ve elindeki devasa döviz rezervleriyle, diğer ülkelerden ithal edeceği petrol dâhil hammadde antlaşmalarıyla şimdiden dünya ekonomisini ve siyasetini yönlendirme kapasitesine sahip.
  • Siyasi partiler yeni zamanın sorunlarını kavrayamadıkları gibi, bu sorunları yaşayan insanları kendi mekanizmalarına dahil etmenin yollarını da bulamıyorlar. Dolayısıyla partiler önemini yitirirken sivil toplum örgütleri ağırlık kazanıyor.
  • Türkiye toplumunun %29’unun giderleri gelirlerinden yüksek. %55’inin ise geliri giderine neredeyse denk. Ülke çapında okuryazarlık oranı %93 civarında. Üniversite mezunu oranı %16.
  • Türkiye ekonomik olarak küresel rekabet edilebilirlik 2019 raporuna göre 133 ülke arsında 61. Sırada. Fakat ekonomik büyüklük olarak 15. Sırada.
  • 2019 Konda araştırmasına göre Türkiye’de kendini sağ olarak tanımlayanlar %35, sol olarak tanımlayanlar %20, ne sağ ne sol olarak tanımlayanlar ise %45.
  • Partiler bilimden de, çok kimlikli gençlerden de beslenemediler.
  • Pazarın dağıldığı akşam saatlerindeki görüntüyü veriyor memleket. Her şeyin kirlendiği, hayatın her alanında kalitesizliğin, kargaşanın, sıradanlığın, keyfiliğin, lümpenliğin hâkim olduğu, “biz” duygusunun parçalandığı günler yaşıyoruz.
  • Gelinen noktada toplum aşağı yukarı 2001’de olduğu yerde. Ufukta müşterek bir ülke ve yaşam tasavvuru da görünmüyor.
  • “Başkalarına güvenir misin?” sorusuna Türkiye’de insanların yüzde 90’ı olumsuz yanıt veriyor. Türkiye 120 ülkeyi kapsayan örneklem arasında güven duygusunun en zayıf olduğu 7. ülke.
  • Toplum ne hukuka ve devlete güveniyor ne de yeni ortak referanslar ve değerler üretebiliyor. Bu nedenle bireyler ortak gündelik hayatta, kendi değerleriyle, inançlarıyla çelişkili davranmayı meşru görüyor.
  • Tarım politikalarında temel strateji ve hedef yoksunluğu gibi unsurlarında çoğaltan etkisiyle göçün sebebi artık daha iyi bir hayat arzusu değil, hayatta kalma arzusu.
  • Siyasi kutuplaşmanın en negatif sonucu ötekileştirme. Herkes “öteki” kampın ihtiyaçlarına ve önerilerine karşı sağırlaşıyor, dilsizleşiyor ve kendi kutbunda yalnızlaşıyor. İsmet Özel’in mısralarıyla, bir dünyaya kulak kesilen diğerlerine sağır oluyor.
  • Gecikmiş ve hızlandırılmış modernleşmenin sonuçlarını kendi bireysel hayatında deneyimleyen kitleler gündelik hayatın içine yavaş yavaş alternatif bir hayat oluşturdu. Ne doğulu ne batılı, ne modern ne geleneksel diye kolayca kodlanamayacak bir sentez ortaya çıktı.
  • İnsanlar balkonlara bayrak astılar diye milliyetçi olmuyorlar. Cuma günleri beş bin kişiye “hayırlı cumalar” mesajı yolladılar diye dindarlıkları artmıyor. Ama her kesim eşzamanlı olarak ve birbirlerini taklit etmek suretiyle lümpenleşiyor.
  • Bu toplumda mevcut koşulları değiştirmeye yönelik her hamle, eğer topluma değen bir dilden, toplumun gündelik hayatındaki ihtiyaç ve taleplerine cevap üreten bir yerden gelirse toplum kesinlikle bu hamleyi desteklemeye hazır.
  • Devlet ve yönetim düzenimizin en önemli zaafı herhangi bir meseleye tepki vermekteki gösterdiği dehşetengiz yavaşlık ve tembellik.
  • Hiç kimse Kürt meselesinin kendisi dışındaki aktörlerine güvenmiyor. Öteki aktörlerin fikirlerinden ve yaptıklarından çok niyetlerinden kuşku duyuyor.
  • Devlet cemaatlerle ilişkisi üzerinden dini alanı denetlediğini, düzenlediğini sanıyor. Buna karşılık dini cemaatlerin bir kısmı devletle aralarındaki bu ilişkiden güç alarak ticari ve siyasi güç elde ediyor.
  • Bugün yaşadığımız sorunları kaynağı kimliklere sıkışmış, kendi iyilik doğruluk, güzellik ölçütlerini v çıkarlarını tüm topluma dayatan partiler ve politikalar. Onları değiştirmeden onların dayattığı sıkışmışlıktan kurtulamayacağız.
  • Siyasetçiler demokrasiye inanmıyorlar. Demokrasiyi devlet gücünü ellerine geçirmelerini sağlayan bir oyun olarak görüyorlar.