Ekonomi biliminin karmaşık, tam olarak anlamlandırılması zor, kesin kuralları olmayan ve disiplinler arası bir alan olduğunu düşünüyorum. Öyle ki konunun uzmanları, teori sahibi otoriteleri dahi birçok noktayı gri olarak bırakmış. Adam Smith gibi büyük bir teorisyen piyasaların “görünmez bir el” tarafından yönlendirildiğini söylemiştir. Peki, bu kadar karmaşa ve bilinmezlik içerisinde hayat mücadelesi veren ve bir gün ekonomik özgürlüğe kavuşup artık çalışmak istemeyen “sade” vatandaşlar bu keşmekeş içerisinden çıkıp özgürlüklerine nasıl kavuşacaklar.

Amerikalı psikolog Maslow hayatta kalmak için nelere gereksinim duyduğumuza dair öne sürdüğü meşhur “ihtiyaçlar hiyerarşisi” teoreminde insanların belirli kategorilerdeki ihtiyaçlarını karşılamaları halinde bir üst ihtiyaç kategorisi için çaba sarf ettiğini öne sürmektedir. Bu hiyerarşide basamakları tırmanırken de maddi kaynaklara ihtiyaç duyuyoruz. İşte burada gereksinim duyulan geliri elde etmek için de “sınırlı kaynaklarla sınırsız ihtiyaçların giderilmesi” olarak tanımlanan ekonomi devreye giriyor.

İnsanların yerleşik hayata geçmesinden sonra aralarında alış veriş yaparak ticarete başlaması ile beraber ekonomi hayatımıza girdi. (bkz https://selimispirlioglu.com/para-mutsuzlugun-ilaci-mi/)  Ticaret, yatırım, birikim gibi kavramlar ile dolu olan ekonomi temelde insanın çalışarak değer üretmesi ve sınırlı kaynakların bir kısmına sahip olarak ihtiyaçlarını ve isteklerini karşılaması için gerekli sistemler bütünüdür. Fakat aradan geçen yüzyıllar boyunca çalışma, değer üretme, yatırım ve birikim olguları o kadar değişti ki dünün değişmez kuralları bugün yok oldu. Hatta öyle ki aynı ekonomik anlayışı benimsemiş iki ülke arasında dahi yatırım ve birikim araçları arasında taban tabana zıtlıklar oluştu.

Doların rezerv para olarak değerlendirildiği günümüz dünyasında para birimi dolardan daha değersiz olan ülkeler için dolar bir birikim aracı olarak görülüyor. Hatta enflasyonun görece yüksek olduğu ülkeler için dolar, euro, sterlin yatırım aracına dönüşmüş durumda. Fakat daha değerli para birimi olan ülkeler için böyle bir durum söz konusu olmamakta. Altının ziynet eşyası olarak da kullanıldığı doğu toplumlarında altın birikim aracı iken batıda altın bu yönü ile değerlendirilmemekte. Ekonomik belirsizliklerin düşük olduğu, şirket yapılarının güçlü olduğu ülkeler için hisse senedi, bono ve tahvil en güçlü yatırım araçları iken önünü çok iyi göremeyen ülkeler için borsa kumar oynamaya benzetilmekte. Gelişmekte olan ülkeler için ev, arsa gibi gayrimenkuller üst sıralarda yer alan yatırım aracı iken gelişmiş ülkeler için bunlar yatırım aracı olarak alt sıralarda yer bulabilmektedir. Gelişmiş ülkeler için otomobil sahibi olmak ciddi bir gider kalemi oluştururken enflasyon ve faizin yüksek olduğu dövizin de hızlı arttığı ülkeler için otomobil bir yatırım aracına dönüşmüş durumda. Aynı ekonomik modeli kullanmasına rağmen Japonya gibi ülkelerde enflasyon eksi çıkarken yıllık enflasyonun %30’lar seviyesinde olduğu ülkeler bulunmakta.

Bu farkların ortaya çıkmasında şüphesiz ki en büyük pay sahibi olan ekonomik kurumlar ve onlara yön veren yöneticilerdir. Toplum da ekonomik faaliyetler sonucu oluşan çıktılara bakarak pozisyon almaktadır. Yani insanlar otomobil aldıkları için değil, sistem otomobil fiyatlarının artışına sebebiyet verdiği için fiyatlar artmaktadır.

Bilginin en büyük güç olduğu bugünün dünyasında emeğinin, ürettiğinin karşılığını almak daha da önemlisi elindekini doğru değerlendirmek adına bireylere düşen en önemli görev finansal bilgi düzeylerini artırmak olmalıdır. Yatırım ve birikim araçlarının bu kadar farklılaştığı ve ülkelere göre değiştiği modern çağda düşük düzeydeki finansal okuryazarlık yeterli gelmemektedir. Mümkün olan en kısa sürede ekonomik bağımsızlığını kazanmak (sanılanın aksine ekonomik özgürlük para kazanmak değil, çalışmayarak hayatını belirli standartlarda yaşamak demektir) için yatırım-birikim-ihtiyaç üçgenini doğru kurgulamak gerekir.